Hani an gelir konuşmak istemezsin ya kimseyle öyle bir an işte… Hani gözlerin seni ele versin istemezsin… Hani susarsın sessizce köşende kalırsın. Kimi zamanda sessizce ağlarsın yanlızlığına. Kalabalıktır çevren ama kimse bilsin istemezsin sorununu. Sessizce akar gözlerindeki o masum yaşlar…
Sessizce iç çekersin. Çünkü sen sorumlusundur bundan kendini yanlızlığa iten senin, yanlışların ya da zamanında doğru sandığın yanlış kararlarındır. Ama bişeyi çok iyi öğrenmişsindir. Artık neyi yapmaman gerektiğini.
Üzülme kalk hadi artık. Sen güçlüsün en azından bu hayata karşı güçlü olmalısın. Ne yaşamış olursan ol ne karar almış olursan ol doğru ya da yanlış bu senin kendi kararın. Sevin, gül, ağla ,üzül. Ama kendi kararını kendin verdiğin için kendinle gurur duy…
Bu sensin senin kendi hayatın canım arkadaşım üzülme artık toparlan dik dur…
İnsanın başına kötü istemediği bir olay geldiğinde “Hayat ne kadar acımasız olabilir ki” diye insan düşünür ve dert yanar . Aslında insanların acımasızlığının sonucunda oluşan bir durum değilmidir. Yada kendi hatasını kabullenemeyip bir başkasının üstüne atılan kabullenememe durumu değilmidir…
Hayat ne kadar acımasız olabilir ki…
Kontrolü sende değil mi , İlla bir suçlumu olması lazım , Hayata hatta Allah’a isyan değil midir? Yaratıcıyımı suçlamak gerekiyor!
Hayatın varoluş kaynağını …
Suçlu her zaman aslında kendinsindir .. Acımasız olan sensindir …
Davranışların ve karakterinle hakettiğin hayatı yaşarsın …
Bazen söylenemeyen sözlerin sesi, bazen bir pişmanlığın diyeti, bazen de bir sevda nefesi… Sessizliğin çığlıklarıdır aslında gözyaşları… Anlatılamayanı anlatmak ister karşısındakine… Eğer anlayabilirse… İnsanoğlu bi garip… Sevinir ağlar, üzülür ağlar, hasret çeker ağlar, kavuşur yine ağlar. Kelimeler kifayetsiz kaldığında, gözyaşları görev başındadır. Aslında ağlayabilmek büyük bir nimet… Ve ağlamak taş kalpli olmadığımızı gösteriyor. Hala insan olduğumuzu, hissettiğimizi, DUYGUSUZ olmadığımızı… (daha&helliip;)
Facebook’da bir arkadaşımın paylaştığı bir video, beni altımı ıslattığım günlere ışınladı sanki …
O günler siyah beyaz yıllardı, herkes Beşiktaş’lıydı. Nerede şimdiki gibi altına Ultra Prima’lar, Hugies’ler bağlanan çoçuklar. Analarımız, altımıza naylon muşanba bağlardı, bu nedenle altımız hep pişik olurdu… Sonra da una bulanmış hamsi gibi PUDRA manyağı olurduk, ve o haldeyken annelerimiz bizi sokağa salardı. Nerede şimdiki gibi parklar, oyunevleri, kreşler… :(
Postacı filmlerinin çekildiği yıllardı, kapını çalan postacı ya banka tebligatını, yada akrabalardan içine iliştirilmiş fotoğraf olan mektup getirirdi. İletişebilmek için bazen bir iki hafta bazende aylarca bazence yıllarca beklerdin.. Nerede şimdiki gibi Telefonlar, Fiberoptik kablolar , yavşak… GSM operatorleri, kotasız diye halka yutturulan internet paketleri …
En dürüst kopyaların çekildiği yıllardı, bizim öğrenim gördüğümüz yıllar. Bütün soruların cevaplarını bilsen bile ,sınıfın en çalışkan öğrencisinin emeğine saygı duyup, görgüsüzlük yapmazdık , haksızlık olmasın diye tamamını çözmezdik. Nerede şimdiki gibi kopya çeteleri, Yanlış soruyu bile doğru işaretleyebilen eğitimli sığırlar..
Ortaokulda okulun en güzel kızına aşık olurdun, utanırdın, sıkılırdın, ayıptı, yakışık almazdı sevdiğine ilan-ı aşk etmek… O tapılası hatun mesela, Facebook’daki profilinde, ilişki durumunu zırt pırt değiştirmezdi .. Şimdiki gibi haftalık veya günlük değildi, AŞK…
Bazende verilmiş sadakamız olurdu …
Yıllar sonra karşına çıkardı. Eski platonik aşkın… Hayat mücadelesinde kredi kartından biriktirdiği BONUSlarıyla beraber; Boğum boğum sarkan yağlarıyla, hiç bir boyanın kapatamayacağı kırışıklarıyla, saçlarıdaki pamuk şekeri kıvanımdaki bembeyaz saçlarıyla ve bir kaç çocukla. Yanında da okulun en hayta yontulası odunuda promosyonu olabilirdi…
Ses Klibi: Bu ses klibini oynatabilmek için Adobe Flash Player (Version 9 veya üzeri) gereklidir. Güncel versionu indirmek için buraya tıkla Ayrıca tarayıcında JavaScript açık olmalıdır.
Ömer Faruk Tekbilek – İstanbul (daha&helliip;)
Kilometrelerce uzakta olan birini sevmek…
Onca insan arasından kalkıp da kilometrelerce uzakta olan birini sevdiğiniz,seçtiğiniz için “hayatın bir bildiği var” diyebilmektir. televizyonun karşısına geçip oturduğunuzda bile, evdeki en dağınık halinizde bile onun yanında olmayı istemek, onun da aynı şeyleri düşündüğü inancına güvenebilmektir. “özlemek” kelimesinin hakkını vere vere yeri geldiğinde gözyaşlarınız gülümsemenize karışmış uyumak, ve uyurken onu düşünmemeyi dilemektir, çünkü uyku ve o hiç iyi anlaşmaz. sırf sesini duymak için telefon açmak, saçma sapan ya da ilginizi çekmeyecek şeyler olsa bile anlattıkları dinleyebilmektir. En kötü anınızda anne babanızı bile değil,
onu arayarak, tüm sevdiklerinizi es geçebilmektir ve en önemlisi dahası en zoru, onun sizi çok sevdiğine inanıp, tüm korkuları bastırarak o uzakta dahi
olsa ona güvenebilmektir…
(alıntı)
Şehrin efendilerinin,
Direttiği hayatı yaşamak zorunda kalmışlığımdan,
yüz soruyla hayatı kolay kılma yarışında yine sonuncu oldum …
Yani;
“Boş hayaller “ listesine eklenecek bir madde daha ..
Ve yine yazmak zorunda kaldım .. (daha&helliip;)
Sensiz de geziliyor işte! Kendimi o dört duvarın arasından çıkardım. Kimi akşam dostlarla duble yanı sohbete, ülke kurtarmaya; kimi zaman tek başıma tiyatroya gidiyorum. Yollarda senin adın yazan dükkan isimleri çarpıyor gözüme, o an içim bir sızlıyor ama o da geçiyor. Kendi kendime gülümsüyorum. (daha&helliip;)
İnsan bazen nedensiz yere umutsuzluğa kapılır. Kimselere veremez sevgisini, kimselere kendini anlatamaz, evlere kapanır…
Bazen denizler, kıyılar çeker insanı. İnsan bu kapılmayı anlayamaz, oysa çok eski bir yerde yaşanmasından korkulan vazgeçilmez aşkların sızısıdır bu. Bu sızı, bu yenilgi mevsimlerle yıllarla devredilir başka insanlara…
Bir insanın yaptığı bir hatanın tüm insanlara yayılması gibi…
Sırası gelen başlıyor nefes almaya… Doğ, yaşa ve öl, bundan sonrası cennet ve cehennem…
Dünyanın dönüşüne ayak uyduramamaktan korkar oldum, ne zaman zalim, nede biz kör yada ahmağız, suçlu aranacaksa suçlu bize diretilen benzerliğe direnememiş olmamız ve bizi rahat bırakmayan nefsimiz… (daha&helliip;)
Bazı durumlar için belirlediğimiz kriterler, sınırlar, alçak gönüllülük ve iyi niyetler vardır bunların hepsi insan olmanın nefes almak olmadığının ve insan olmanın bir takım erdemler gerektirdiğinin kanıtıdır ve bunlar kişinin kendisine olan saygısınında göstergesidir.
İnsanı erdemli kılan kriterlerin haricinde birde insanın egosunu tavan yaptıran, güya ulaşılmaz olduğunu sandıran “gurur” vardır ki… Yüce mevla sizlerden ırak kılsın … (daha&helliip;)
Son Yorumlar