Öyle anlar vardır ki hayatımızda hiç o kadar üretken olmamışızdır…
Çalışırız çalışırız yorulmayız… ta ki hedefe ulaşana dek..
Hedeften sonraki boşluk anını ise depresyon haline giriş bileti olarak düşünebiliriz.
İşte o yoğunluğu çekerken hayıflanmamız boşuna, bunlar mutlu anlarımız aslında..
Keşke hep yoğun olabilsek…
Keşke hep uğraşacak meşguliyetlerimiz olabilse….
Bir “gitmek” tutturmuşum.
Gidemeyeceğimi bile bile gitmek istediğim
Uzak yerler var bilmediğim.
Oralarda biri varmış, beklemeyen beni.
Hem sürpriz de olurmuş, öyle kurmuşum.
Gidebilsem iyi,
Gitmesem de fark etmez.
Ne zaman tanışmışız, paylaşmış mıyız bir şeyi?
Eksik ya da yanlışmış; çok eskimiş, unutul muşum.
Korkuların yeni oluşuyorken , halletmeliydin , nasıl geldiysen öyle gidersin, herşey için çok geç , kaderine boyun ey , ölüm yok ucunda , kendini sev, insanları sev. Başka bir şansında yok zaten .
Korkularınla Yüzleş , kendini kandırma …
Kurtuluş yok…
Söyle kurtulan var mı ? Yok olamazda.
Bu derinlerde gizli bir şey, savaşla falan olacak bir şey değil, karakterde gizli, asla tedavisi mümkün değil. Yazılmış bi kere, Sende hoşgör, kendini sev, insanları sev, daha diyecek bir şey yok..
İşte Kader bu
Evlenmekmiş.
Terkedilmekmiş . Yalnız kalmakmış , kuruntularından kurtul, Korkularınla Yüzleş …
Anlamana ya da anlamamana ihtiyacım yok .
Böyle bitmesine ihtiyacım var.
Yok ben savaşacağım diyorsan görelim savaşını …
Hayat neyi beklemez ?
Dayatma sloganlarla kanımızı kurutan akıl oyuncularının artık biraz daha insanların zekasına güvenmesini mi. Ben bu lafları, O mide bulandırıcı boyutta aptal kadın dergilerinin embesil suratlı ince kadınlarının ağzından duymaktan bıktım .
Hayır, kulaklarımı tıkamıyorum. Zorlansın beyinler. Zor oluyor dayanmak, ama Orada öyle bir dünya var ki ve bundan habersiz o kadar insan. Neymiş hayat beklemezmiş.
Yapacağınız şeyleri söyleyin hayattayken ..
Kaçan kovalanır mı ? Aslında mesele kaçanın kovalanması değil galiba! Telaş; “Sen, beni bırakamazsın, eğer biri bırakacaksa bu ben olmalıyım” Düşüncesinde yatmakta ve bu fırsatı kaçırmamak için çaba harcanmaktadır. İnsan, yaşamını, genellikle zaaflarından dolayı mutlu olabilmenin değil de, haklı olmanın temeline dayandırmaktadır. Terk edilmede ortaya çıkan sonuç; “ilişki yanlış başlamıştır ve sen haksız çıktın” Mesajıdır.
İşte bu insanın egosudur …! Yenilgiyi kabul edemeyiş, terkedilme kaygısı, zaaflar. Ama bu arada kendini ne kadar yaraladığının, küçülttüğünün farkın da bile olmaz .
Gençlik yıllarında deli dolu oluyor insan. Aklı havalarda, dünya yıkılsa umurunda değil. Hayalperest, maceracı, gelecek kaygısı, yalnızlık korkusu yok. Çevresi kalabalık, arkadaşlar, dostlar, sevgililer, ”yalnızlık nedir? ” bilmiyor. Bu yaşlarda çok sorgulamıyor insan hayatı sadece yaşıyor. Karar vermesi daha kolay oluyor, cesareti daha fazla… Kendini henüz tanımazken başka birini tanıması daha zor oysa.
20 li yaşlarda evleniyor insanlar genelde. Bu yaşlarda kişilik tam oturmadığı ve ne istediğini henüz bilmediği için insan daha kolay karar verebiliyor evliliğe. İkisi de henüz çocuk olduğu için çok sorgulamıyorlar kararlarını…
O yaşlarda evlendin evlendin sonra zor karar vermek.
Otuzlu yaşlara gelince insan, daha seçici oluyor, ne istediğini biliyor.Kişilik oturmuş oluyor ve daha çok sorguluyor insan evleneceği kişiyi. Kısacası 30 lu yaşlara kaldıysanız biraz güç evlenmeniz… (daha&helliip;)
Çalışıyoruz, çabalıyoruz.. Bağırıyoruz çağırıyoruz. Uçuyoruz didiniyoruz. Koşuyoruz koşturuyoruz. Düşüyoruz kalkıyoruz. Saatlerce sürünüyoruz. Trafikte kalıyoruz. Ağlıyoruz isyan ediyoruz. Gülüyoruz sırıtıyoruz. Plan yapıyoruz. Tıkınıyoruz, zil zurna içiyoruz. Islanıyoruz donuyoruz. Yanıyoruz soyunuyoruz.
Gün gün böyle bitiyor ömür. Dönüp geriye baktığımızda elimizde birkaç kuruş. Gülümseten bir arkadaş. Belki bir hanım. Uzun bir zincir ve halkaları.
Sonra zincir kopuyor belki yukarıdaki en kötü şeyi arar oluyoruz. Kafamızda üşüşen muhasebeler, bağırış çağırışlar. Mutluluğu arayan bir adam.
Kim ne derse desin.. Ben artık zincirin halkası olmaktan sıkıldım…
Ne mi okuyorum…
Kitaptan sana akmayan bir denizi okuyorum. Dili dalgalı, sayfaları gök mavisi…
Çevir, çevir, çevir …
Sayfalarda bitmeyen bir özlem…
Beni aşkın diline çevir ki, denizin tuzu yakmasın artık içimi
Tayfalarım talan içinde. kalbimde bir inebahtı yenilgisi…
Ne mi okuyorum… Kayalıklara vuran dalgalar ne söylüyorsa onu okuyorum.Seni söylüyorlarsa, seni okuyorum.
Özlemini okuyorum. ey varoluşum sebebi…
Yıl 1961. Ordunun binek otomobil gereksinimini karşılamak için, cumhurbaşkanı Cemal Gürsel otomobil üretilmesini ister. 16 Haziran 1961’de Devlet Demiryolları Fabrikaları ve Türk mühendislerine görev düşer. Tamamen Türk mühendislerince, Türk yapımı bir otomobil yapılmasına karar verilir. Yapılan üst düzey toplantılarda alınan kararla, dört buçuk ay gibi bir zamanda Devrim Otomobil’in tamamlanması gerekmektedir. Otomobil 29 Ekim 1961 Cumhuriyet Bayramı’na yetişmelidir. Ödenek, bir milyon dört yüz bin Türk Lirası’dır. (daha&helliip;)
Üç Beş senelik kötü bir geçmişin sonunda umut bağladığım Antidepresan haplar, İnsanı kuklaya cevirir ve hayata buzlu pencereden bakmanızı sağlar. Sürünerek yaşamak isteyenler için biçilmez kaftan, geri kalanı için boş bi laftır , Beyin kimyasına müdahale ederek, mutsuzluğa yol açan iletimleri azaltma gibi işlevleri vardır.
Hiçbir şey koymuyor ya da koysa bile bunu içtiğin için belki de hissetmiyorsun, Ne mutluluk için bi ilaça bağımlı olmak ne de herkes hayatından memnunken senin bu ilaç sayesinden bi yerlerden çıkmaya çalışman … ama bir akraba, sevgili vs gelipte “oğlum sen deli misin de bu ilaçları kullanıyosun” diye sorması gerçekten de koyuyormuş. Çıkarılacak en güzel sonuç siz siz olun anne baba ve kardeş dışındaki hiç kimseye bu ilaçlardan kullandığınızı söylemeyin, çünkü ya size deli damgası vuruyolar ya da size karşı bakış açıları değişiyor.
Hiç bir ilaçtan bu hayatı çekilebilir kılmasını beklememek lazımmış İçindeki acıyı alır götürür sanırsın ama götürmez .
Son Yorumlar