Bana sadece “yaz” dediler…
“Gel buraya sende birşeyler yaz.”, “Yazar ol” tamam dedim ilk duyduğumda… “Yazacağım ama şimdi değil, sınavdan sonra.” dedim “tamam” dediler. Sınava hazırlanırken ara ara girdim, baktım ne var ne yok nasıldır, nedir, ne değildir… (daha&helliip;)
Tereyağlı kedi paradoksu bir paradoks şakasıdır. Genel gözlenen bir doğa olayı ve bir Murphy yasasından oluşur;
Paradoksal bir düşünce deneyidir. Bir kedinin sırtına, yağlı kısmı üste bakacak şekilde bağlanacak bir ekmek dilimi bu paradoksun ana parçasıdır. Kedi dört ayak üstüne düşmeye çalışacak, ancak Murphy yasasına göre tereyağlı ekmeğin yağlı yüzü de aynı şeyi deneyecektir. Bu durum bir paradoksa sebep olur. Bazı düşünürler şakayla karışık biçimde kedi-tereyağlı ekmek sisteminin yere yakın bir mesafede havada asılı kalacağı ve sistemin yerin hemen üsünde asılı biçimde kalacağı, enerjinin korunumu dolayısıyla da düşmeden kazanılan enerjinin korunarak sistemin kendi ekseninde dönmesine sebep olacağını iddia eder. Bu şekilde bir anti yerçekimi alanı oluşturulabileceği de iddialar arasındadır.
Ancak bazı iddialar, bu sistemin çalışmayacağını söylemektedir. Murphy kanunları arasında bulunan “Yanlış gidebilecek her şey yanlış gider” ve “yanlış gidebilecek şeylerin tamamı asla kestirilemez” yasaları sebebiyle bu sistemin bir noktada sorun yaşayacağı ve çökeceği iddia edilmektedir.
İnsan hiçbir zaman birşeyi tam anlamıyla anlayamıyor. Belki anlam gerçekte varolan bir şey olmadığındandır. Bu durumda ihtiyaç olan tek şey, oluşturulan anlamla tutarlı davranışlarda bulunmak. Anlamak, yorumlamak, tek başına varolan birşeyi anlamak değil, tutarlı davranış ve söylem bütününden ortaya çıkandır.
Daha dün arkadaşıyla dansetme ihtimali olan kadınına, arkadaşını öldürmekle tehdit ederek sahip çıkan adam, ve bugün o kadını görmek istemeyen adam… Kendisini yaşamaktan sakınmayan bir kadın, fakat derinlerini açmakta çok zorlanan bir kadın. Ve bir o kadar heyecanlı, kendini kaptırmaya. Ve bir o kadar yalnız, aklının sınırlarında…
Sadece anlamadığınızda değil, anlam veremediğimizde, bu hiçbir vakit anlamaya gelemeyeceğizi fark ettinizde de geçer akçedir. Öyleyse anlamamak mutlaka kötü birşey olmasa gerek. İnsanların anlamamakta oldukları şeylerle gururlanabileceğini, hayatlarının hiçbir kesiminde anlamaya hazır bulunmadıklarını görebildikleri şeylerle kendilerinden sözedebilir hale geldiklerini düşünmeliyiz… Bu bir bakıma öz-sevi dir. Bir varoluş aristokrasisidir… Anlam hiyerarşisinin eşiğini dahi geçemeyecek durumda olan bir yığın objenin ben olmak adına görmezden gelinmesidir…
“Hafıza problemleri sebebiyle karmasını hesaplayamayan hindistanlının sürekli tekrarladığı söylem. ”karma karışık, karma karışık, karma karışık” diyerek yürür hindistanın ara sokaklarında.”
Hiçbir şey sorma, hiçbir şey konuşma, sadece gel desem.. Gelir misin? Hadi desem yada… Hiçbir şey sormadan yine benimle yürür müsün sonu belirsiz sokaklarda?
Bakmasan, görmesen, duymasan beni günlerce… belki aylarca…Yinede beni sever misin?
Gözden ırak olan gönülden uzak olurmuş derler ya.. Yanımda olup uzak olmaktansa, uzakta olup içimde olmayı becerebilir misin?
Aylar sonra, belki yıllar sonra… ”Seni sevdim.. Senden gelen iyi-kötü her şeyi sevdim. Ve hep seveceğim..” Diyebilir misin? (daha&helliip;)
Sana gülüm demiştim ya, o gül soldu …
Gülün ömrü belki evet az olur ama varsın az olsun. Ya sevdiğinden alırsan gülü bir ömür boyu kurutup saklamaz mısın. Her baktığında hep ilk aldığın günü anımsamaz mısın , gözlerindeki ışıkla …
O Gül solmadı, son demiştim ama son veremedim, içimdeki titreyen kalbime söz geçiremedim. unutamadım, unutmadım, unutmayacağım ..
Bir gün Napolyon düşman askerlerinden kaçarken, bir bakkal dükkânına girmiş. Bakkala hemen kendisini saklamasını emretmiş. Bakkal da Napolyonu müsait bir yere saklayıp, biraz sonra gelen düşmanları da “Az evvel biri koşarak şu tarafa kaçtı.” diye savuşturmuş.
Nihayet biraz sonra Napolyon’un muhafızları yetişmişler. Bakkal ömründe bir daha karşılaşamayacağı Napolyon’a sormuş: “Efendim, af buyurun ama merak ettim, ölümle bu denli burun buruna gelmek nasıl bir duygu?” Napolyon birden öfkelenmiş. “Sen kim oluyorsun da benimle böyle dalga geçercesine konuşabiliyorsun?” diye bağırmış. Hemen askerlerine, Adamcağızı kurşuna dizmelerini emretmiş. Askerler bakkalın gözünü bağlayıp, karşısına dizilmişler. Mermiler namlulara sürülmüş, artık “ateş” emri verilecek… Adamcağız içinden: “Ah, ne yaptın sen? Şimdi ölüp gideceksin” diye düşünürken, arkadan bir çift el uzanmış, gözündeki bağı açmış.
Karşısında Napolyon varmış. Tek cümleyle cevaplamış Napolyon:“İşte böyle bir duygu!”
“Yaşayarak ögrenmek, bedeli en yüksek öğrenme biçimidir…”
Yıllar önce başka bir blogumda yazmıştım, bu konuya tekrar parmak basmak istiyorum. www.yonja.com , www.siberalem.com , www.netlog.com’dan sonra çok fazla sahte arkadaşlık sitesi yayın yapmaya başladı. Bunlardaki para tuzağını özetlersek aşağıdaki gibi bir sonuca ulaşabiliyoruz..
özetle şu şekilde…
Reklam epostası sonra üyelik , web sitesinin yöneticileri tarafından oluşturulmuş sahte resimler kullanılarak gönderilen mesajlar. Bir nevi balık avı , oltaya yemi takıp avının yemi yutmasını beklerler. Yemi yutarsanız, Sizi beğenen dünyalar güzeli hatunla tanışmanız için ona cevap yazmanız gerekir. Ama önünüzde bir engel vardır. “Gold üye olmalısınız.” uyarısı, Gold üyelik sonunda boş yere harcanan bir kaç kuruş… Sonrasında da klavyenizle sap gibi başbaşa kalırsınız.
“Seninle tanışmak istiyorum.” , “Seni çok beğendim” veya ” çok sexsisin” gibisinden sahte resimler iliştirilmiş sahte profillerden tanışmak için size mesaj gönderen kişiye cevap yazmak istediğinizde , “gold üye” olmanız gerekli olduğunu söyleyen uyarı alırsanız, 3-5 dolar aylık ücret ödeyerek bu siteye üye olmayın…
Neden mi ? Kimse size aslında sulanmıyor yada asılmıyor. Sadece siteye para ödeyerek gold üye olmanız isteniyor.
Dikkat edin arkadaşlar, kimse sizin kara gözünüze kara kaşınıza aşık falan değil… Bunların hepsi para tuzağı… Hem akıllı bir bayanın bu gibi sitelerden kendine sevgili yada partner bulma gibi amacının olduğunu sanmıyorum.
İnsanın başına kötü istemediği bir olay geldiğinde “Hayat ne kadar acımasız olabilir ki” diye insan düşünür ve dert yanar . Aslında insanların acımasızlığının sonucunda oluşan bir durum değilmidir. Yada kendi hatasını kabullenemeyip bir başkasının üstüne atılan kabullenememe durumu değilmidir…
Hayat ne kadar acımasız olabilir ki…
Kontrolü sende değil mi , İlla bir suçlumu olması lazım , Hayata hatta Allah’a isyan değil midir? Yaratıcıyımı suçlamak gerekiyor!
Hayatın varoluş kaynağını …
Suçlu her zaman aslında kendinsindir .. Acımasız olan sensindir …
Davranışların ve karakterinle hakettiğin hayatı yaşarsın …
Bütün cazibenle, haşmetinle, nefsime hoş gelen güzelliğinle karşıma geçmiş, beni kendine çağırıyorsun. “Bana gel, bana bak, beni sev” diyorsun. Halbuki, ben ruhlar âleminden yola çıkmış, senin bağrına inmiş, oradan da bir süre oyalandıktan sonra ebed tarafına doğru gidecek olan bir yolcuyum. Sen ise, yolumun üzerindeki bir konaklama yerisin. Bir misafirhanesin. Ama insanları oyalamak için o kadar çok çeşitli ve çok güzel oyuncakların var ki, gafil kalpler bunların gerçek ve ebedi olduğunu düşünerek bütün sevgilerini seni sevmek için kullanıyorlar. Yolculuğun diğer etaplarını unutup, senin yanında ebedi kalacaklarmış gibi yaşıyorlar. Sen de sahte bir sevgi ile onları bağrına basıyorsun…
Bazen söylenemeyen sözlerin sesi, bazen bir pişmanlığın diyeti, bazen de bir sevda nefesi… Sessizliğin çığlıklarıdır aslında gözyaşları… Anlatılamayanı anlatmak ister karşısındakine… Eğer anlayabilirse… İnsanoğlu bi garip… Sevinir ağlar, üzülür ağlar, hasret çeker ağlar, kavuşur yine ağlar. Kelimeler kifayetsiz kaldığında, gözyaşları görev başındadır. Aslında ağlayabilmek büyük bir nimet… Ve ağlamak taş kalpli olmadığımızı gösteriyor. Hala insan olduğumuzu, hissettiğimizi, DUYGUSUZ olmadığımızı… (daha&helliip;)
Son Yorumlar