El-Fida..İçeriğine, anlamına takıldım şarkının. Bu nasıl bir güzellemedir? şöyle harikasın, böyle muhteşemsin sayıyor haluk abimiz.
Sonra elfida’nın hüznünden, yılların onun üzerindeki etkisinden bahsediyor. eyvallah. sonra gelen ne peki? “omzumda iz bırakma, yüküm dünyaya yakın.” işte sensin o hüznün sebebi, elfida hepsini tek başına çekmiş zaten, sen geç karşısına seyret, şarkılar yaz, onun yükünü sırtlanmaktan falan geçtim, kendini ona fark ettirmemeye çalış, sorumluluk isteme. Kanserden ölen bir elfida’ya yazılmış bu sözler.
Şarkının Sözleri Emrah Aydoğdu tarafından Yazılmış Haluk levent de çok güzel Yorumlamıştır..
Şehrin efendilerinin,
Direttiği hayatı yaşamak zorunda kalmışlığımdan,
yüz soruyla hayatı kolay kılma yarışında yine sonuncu oldum …
Yani;
“Boş hayaller “ listesine eklenecek bir madde daha ..
Ve yine yazmak zorunda kaldım .. (daha&helliip;)
Birşişe.com tarafından mimlenmişim. Bana , en çok nefret ettiğim üç şeyi sormuş, Nefret ettiğim şeyleri sıralasam, herhalde liste baya bir uzun olurdu. En çok olanlar aşağıda yazıyor.. Mim geleneği bozmadan, bende bir kaç kişiyi mimleyeceğim. Öncelikle Cengiz Aydın’ın nelerden nefret ettiğini merak ediyorum :) Diğer mimlediğim kişiler ise yazının en altında bulunuyor. (daha&helliip;)
Einstein’da Yahudileri UYARMIŞ
“Araplarla yan yana yaşamayı ve namuslu anlaşmalar yapmayı başaramazsak, iki bin yıl boyunca çektiğimiz acılardan hiçbir şey öğrenmemişiz ve başımıza gelecek her şeyi de hak edeceğiz demektir.”
Bu satırlar, Einstein tarafından İsrail’in ilk devlet Başkanı Chaim Weizmann’a, 1929’da henüz Dünya Siyonist Örgütü başkanı iken yazılmıştı. Einstein, geleceği görmüş.
Eski Roma’nın ünlü generallerinden birinin eşi dünya güzeli bir kadınmış. Kültürü, neşesi, ev sahibeliği üslubuyla benzeri güç bulunur bir “şahane kadın” Boşanacakları haberi çıkmış, bütün Roma bu haberle çalkalanıyor.
Yakın arkadaşları bir cesaret konuyu açmışlar:
– Eşin Roma’nın en güzel, en beğenilen, gıpta edilen kadını, diye başlamışlar; lafı birbirinin ağzından alarak dakikalarca övdükten sonra, sözü şu suale getirmişler. Nasıl olur da ondan ayrılmayı düşünebilirsin? (daha&helliip;)
Sensiz de geziliyor işte! Kendimi o dört duvarın arasından çıkardım. Kimi akşam dostlarla duble yanı sohbete, ülke kurtarmaya; kimi zaman tek başıma tiyatroya gidiyorum. Yollarda senin adın yazan dükkan isimleri çarpıyor gözüme, o an içim bir sızlıyor ama o da geçiyor. Kendi kendime gülümsüyorum. (daha&helliip;)
Susarız…
Konuşulanlar öyle abes ve mantık dışıdır ki sadece hayretle dinler ve sessiz bir tepkiyle belli ederiz duruşumuzu…
Susarız…
Sessiz bir onaydır susuşumuz… Biraz utangaçlık belki ama içten bir katılıştır söylenenlere… (daha&helliip;)
Bak beyim, sana iki çift lafım var. Koskoca adamsın. Paran var, pulun var, herşeyin var. Binlerce kişi çalışıyor emrinde. Yakışır mı sana ekmekle oynamak. Yakışır mı bunca günahsızı, çoluğu çocuğu karda kışta sokağa atmak, aç bırakmak. Ama nasıl yakışmaz. Sen değil misin öz kızına bile acımayan, bir damlacık saaddeti çok gören.
Anlamıyor musun beyim, bu çocuklar birbirini seviyor, ama ben boşuna konuşuyorum. Sevgiyi tanımayan adama sevgiyi anlatmaya çalışıyorum. Hıh , sen büyük patron, milyarder, para babası, fabrikalar sahibi saim bey, sen mi büyüksün. Hayır ben büyüğüm, ben, yaşar usta.
Sen benim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç, gözümde pul kadar bile değerin yok. Ama şunu iyi bil, ne oğluma ne de gelinime hiç birşey yapamayacaksın. yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi.Çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız, bizler birbirimizi seviyoruz, biz bir aileyiz. Biz güzel bir aileyiz.
Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun, dokunma artık aileme, dokunma çocuklarıma, dokunma oğluma, dokunma gelinime, eğer onların kılına zarar gelirse ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemis olan ben, yaşar usta, hiç düşünmeden çeker vururum seni. anlıyor musun? Vururum ve dönüp arkama bakmam bile
Ne filmdi yahu .. Her cümlesinde bir ders var..
Yavuz Sultan Selim padişah olmadan önce (o sıralar Trabzon Valisidir ve Safevi hükümdarı Şah İsmail’in kendileri için büyük bir tehlike oluşturduğunun farkındadır.) Şah İsmail’in ülkesine gider ve saraya girmenin yollarını arar. Birden aklına Şah İsmail’in satrancı çok sevdiği gelir, şahı o güne kadar mat eden kimse çıkmamıştır. Tabii, şaha olan korkunun da bunda payı vardır. Yavuz da büyük bir satranç ustasıdır ve Safevi devletinde köylerde, kasabalarda satranç oynayarak nam salar.
Şah İsmail bu kişiyi merak eder ve sarayına çağırır. Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail satranca başlarlar. Biraz zaman geçtikten sonra Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail’i mat ederek yener. Şah İsmail bu duruma çok kızar ve Yavuz Sultan Selim’e: “Sen nasıl şahını mat etme cüretinde bulunursun?” diyerek tokat atar. Yavuz Sultan Selim özür diler ve ülkesine döner.
Yavuz Sultan Selim, yıllar sonra 24 Nisan 1512 günü tahttan vazgeçen babasının yerine padişah olur. Hemen, Osmanlı Devleti için en büyük tehlike olan İran üzerine sefer hazırlıkların başlar ve sonra da yola çıkar. 23 Ağustos 1514 günü Çaldıran’da iki ordu karşılaşır. (daha&helliip;)
Mübarek üç aylardan Şa’ban ayının on beşinci gecesi her yıl, biz müslümanlar tarafından mânevi bir coşkunlukla kutlanmaktadır. Çünkü bu gece, ifâde ettiği anlam ve taşıdığı değer itibariyle çok mübarek olan Berat Gecesi’dir.
İslâm kaynaklarında bu gecede beş hasletin varlığından bahsolunur:
1. Her önemli işin o gecede hikmetli bir şekilde ayırımı ve seçimi yapılır.
2. O gecede yapılan ibâdetin (Kılınan namazların, okunan Kur’ân’ın, yapılan
dua ve zikirlerin tevbe ve istiğfarların) , gündüzünde tutulan orucun
fazileti çok büyüktür. (daha&helliip;)
Son Yorumlar