Ben bu hayatta hiç var olmadım ki zaten…
Ne birinin teninde ısındım,
Ne de bir kelimesinde yer bulabildim kendime.
Ne bir yürek beni anladı,
Ne bir ses adımı gerçekten söyledi.
Sanki bir rüyanın unutulan köşesiydim;
uyanıldığında hatırlanmayan,
bir hayalin eşiğinden bile geçemeyen silik bir iz.
Zaman aktı üzerimden,
ama ben hiçbir saate ait olmadım.
Bir gölgeydim belki;
ışık varsa varım, yoksa hiçim.
Hiçbir el tutmadı beni,
hiçbir bakışta kendimi bulamadım.
Bir gün gidecek olsam,
ardımdan ‘kimdi o?’ bile demez kimse.
Çünkü ben burada değildim aslında —
yalnızca yokluğumun yankısıydım sizin kalabalığınızda
Yazmazsam Unuturum…
Bana sorarsan, sen hiç gitmedin.
Sadece zamanın kıvrıldığı bir yerdesin şimdi…
Bir rüyanın tam ortasında unutulmuş,
bir düşten uyanır gibi yok olmuş gibisin.
Oysa ben hâlâ oradayım.
Senin bıraktığın cümlenin içinde,
noktayı koyamadığım bir aşkın kıyısında…
Adın, sanki harflerini yıldız tozuyla yazmışlar göğe.
Bakıyorum her gece,
hangi yıldız senin bakışına benzer diye.
Bir tanesi sönse,
“işte” diyorum,
“belki de bu gece unuttun beni…”
Ruhumda bir eksik yer var artık.
Ne sözcükle doluyor, ne başka bir tenle.
Bir çiçek düşün; su verilmemiş, ama hâlâ kök salıyor toprağa.
İşte öyle bir yerimdesin.
Köklerin içimde, ama çiçeklerin başka mevsimde…
Sokak lambalarının altından geçerken,
gölgem seninle konuşuyor gibi geliyor bana.
Bazen de sustuğum her şeyin sesini taşıyor rüzgâr.
Bir banka oturuyorum sonra,
rüzgâr saçlarımı okşarken,
“şimdi burada olsaydın, ne derdin?” diye soruyorum.
Duymuyorum.
Ama eksikliğin yankılanıyor içimde,
duymaktan daha derin bir yerde.
Zaman akmıyor artık.
Sadece dönüyor kendi içinde.
Ben, hep aynı sabaha uyanıyorum:
Senin olmadığın bir sabaha.
Çay demlemiyorum.
Çünkü sen içmeden sıcaklığının anlamı olmuyor.
Ve her yudumda biraz daha eksiliyormuşum gibi…
Kahvaltı masasında boş bir sandalye var —
sen hiç oturmadın, ama hep oradaydın.
Şimdi herkes, biraz senden çalıyor bana.
Birinin kahkahası,
bir başkasının el hareketi,
bir diğerinin kelime seçimi…
Ama hiçbiri tamamlamıyor seni.
Hiçbiri, yokluğunun o usul acısını almıyor.
Geceyle dost oldum.
Çünkü sen uykudasın orada bir yerlerde.
Belki de aynı ay ışığında yıkanıyor gözlerin.
Ben de o yüzden hiç perdeleri kapatmıyorum.
Belki ışık yollar olur da,
bir düşün kıyısından yürür gelirsin…
Ve sorma artık kendine:
“Dön” mü, “hoşça kal” mı?
Çünkü sen ne tam gittin,
ne de hiç kaldın.
Sen…
bir eksikliksin artık bende.
Tamamlanmaz.
Unutulmaz.
Sadece
taşınır…
Gün geçiyor, ama geçmiyor gibisin içimden.
Bazen diyorum, “unutmuşum galiba”…
Sonra bir şarkı çalıyor radyoda.
Senin o saçma dansın geliyor gözümün önüne, gülüşün düşüyor kalbime.
Unutmuşum… ama nereye koymuşum seni, bilmiyorum.
Bazı sabahlar, sanki sen varmışsın gibi yapıyorum.
Yüzümü yıkarken aynaya bakmıyorum,
çünkü orada hâlâ sana benzeyen bir halim duruyor.
Bir kahve yapıyorum mesela,
şekerini bile senin sevdiğin gibi atıyorum hâlâ.
İçmiyorum sonra. Soğusun diyorum.
Soğuyor.
Ben de soğuyorum biraz daha senden sonra.
Sokağa çıktığımda herkes tanıyor gibi seni…
Adını söylemesem de, gözlerim fısıldıyor seni her yere.
Bakkaldaki çocuk bile soruyor bazen:
“Abi bugün biraz yorgun gibisin?”
Ne bilsin, seninle geçen bir hayalin kaç kere uykumu böldüğünü?
Zaman geçiyor diyorlar.
Geçiyorsa niye hâlâ bekliyorum seni o buluşmadığımız parkta?
Niye adını telefonda hâlâ silemiyorum?
Niye bir fotoğrafını bile atamıyorum çöpe?
Çünkü gitmedin aslında…
Sen bir yerlerde hâlâ varsın.
Beni bıraktığın gibi duruyorsun içimde.
İçimde konuşan bir “ben” var artık.
O bana her sabah hatırlatıyor seni.
“Bak” diyor, “gözünün altında yine o uykusuzluk çizgisi…
O da özledi.”
Ama artık yazarken bile korkuyorum.
Cümleye başlarken senle,
bitirirken sanki sensiz kalacağım diye ürküyorum.
Gülmüyorum pek.
Eskiden gözlerimle gülerdim ya hani…
Şimdi dudaklarım bile tereddütlü.
Bir gülümseme, hep yarıda kalıyor —
tıpkı sana anlatmak istediklerim gibi…
İyi değilim yine.
Ama bu defa alışmış gibiyim.
Sensizliğe değil belki,
ama senli hayallere tutunmaya…
Ve artık soramıyorum bile:
“Dön” mü,
yoksa
“Hoşça kal” mı?..
Çünkü ikisi de
aynı kadar acıtıyor.
İyi değilim…
Sabahlar, uyanmaktan korkar gibi uyanıyor içim.
Güneş vurdukça cama, içimde bir gece daha büyüyor sanki.
Kahvaltı? Unuttum bile.
Sigara kesiyor ne varsa; açlığı, uykuyu, seni.
Üzerime ne geçerse o… Aynaya bakmıyorum pek.
Zaten sen yoksun ya, “güzel olmuşsun” diyen de yok. Olsun da istemem.
Minibüste hep en arkadayım yine. Cam kenarı. Sessiz köşe.
Cebimde ellerim. Çünkü tutan yok artık.
Herkes biraz sen gibi…
Birinin saçı kısacık mesela, gülüşü azıcık içten… “Ah” diyorum, “biraz daha…”
Yokluğunda, yepyeni senler türetiyorum kendime.
Geceler ağır.
Uyumuyorum. Senin uyuduğun saatlerde özellikle.
Belki bir rüya denk gelir… belki bir ihtimal sen…
Unutur gibi yapıyorum çoğu zaman.
Kanamasın içim, yara açık kalmasın diye.
Seni de kan tutardı ya… bak, bunu bile zor hatırlıyorum artık.
Şiir yazamıyorum. Kalem süslü kelimeleri kusuyor.
Adın geçmeyen cümlede sevgi anlatılmıyor, olmuyor.
Sayfalar, gözyaşıyla siliniyor — ziyan…
Pazarlar var bir de.
Hiç buluşmadığımız bir yerde, hiç bilmediğin bir saatte bekliyorum seni.
Gelmen mi önemli? Değil.
Ben hâlâ beklemeyi seviyorum seni…
Daha çok “ben” oldum.
Daha çok sustum, daha çok sabrettim.
“Özledim” demedim kimseye.
Yokluğunla aramda bir dostluk kuruldu — kimseyi almıyoruz aramıza.
Benden başka sen, senden başka düşünce yok satırlarımda.
İyi değilim aşkım…
Hiç değilim.
Şimdi ne demeli sana?
“Dön” mü?
Yoksa
“Hoşça kal” mı…?
Hayat acımasızdır önüne bir sürü engel koyar.
Dipsiz bir kuyudur hayat.
Düştükçe düşersin…
Bir şeylere sahip olmana, ufacık şeylerden mutlu olmana müsade etmez.
Düştükçe düşersin…
Kendine “bu nerede bitecek” diye sorarsın kuyunun dibini görmek için dilersin, yalvarırsın.
dibi görsen çırpınıp biraz yükselme ihtimalin vardır ama müsade etmezler.
Düştükçe düşersin…
Milyonda bir bi ihtimal gerçekleşir Şansın yaver gider. İşte tam o an gizli bir el kalın bir sopayla kafana vurur.
Yine düştükçe düşersin.
Alengirli kısmıda budur işte hayatın.
Düştükçe düşersin…
Alçalırsın. Küçülürsün. Sonra görünmez hale gelirsin.
Çığlıklarını kimse duymaz, duyanında sikinde olmaz.
Hayatın seninle dalga geçme şekli budur çünkü…
Benim hayatım kendine adanmış bi hayat değil. Kendime adayabilsem hayatımı, sanada buradan nasiplenecebileğin, ufacık, minnacık şeylerden mutlu olabileceğin kırıntıları sana verebileceğim. Ama imkanları zorlamama rağmen veremiyorum.
Suç sende değil hiç bir zamanda olmadı.
Beni şu hayatta senin sevdiğin kadar seven.. karşılıksız sevende olmadı .. olmazda.
Senin beni seviyor olmanda benim de bi o kadar seni seviyor olmam da, birbirimize ait olmamız; sorunlarımızı çözmeye yeterli gelmiyor… Son bir aydır sürekli kavga etmemiz didişmemiz benim sana ızdırap veriyor oluşum. senin sorunlarını görmeyişim. Sorunlarına çözüm olamayışım, bunların birikip sel olmasıyla bu güne geldik.
Evet ben mutlu olmayı beceremeyen, sevdiğini mutlu edemeyen. İlişkilerini koruyabilme becerisine sahip olmayan bi adamım.
Öfkeliyim sinirliyim rahat düşünemiyorum.
Bin kere tövbe edip, bozsan da tövbeni,
Yapma..
Bağıra bağıra haykırmak istediklerini,
Söyleme…
Bırak bu sefer, “Ruhunda saklı kalsın..”
Herşey…
Ne O, kendini bulutların arasında zannetsin,
Ne sen, yorul..
Bir şeyin değerini kaybedince anlamak yerine,
Vazgeç ondan. (daha&helliip;)
Başlayan ve sonu mutlu bitmeyen hikayelerin başrol oyuncusu olmaktan bıktım usandım…
Filizlenip, yeşeren. İliklerime kadar kök salan. Saman alevi gibi beni her gün içten içe yakan sevdaları yaşamaktan bıktım usandım…
Egosunu tatmin etmek için yaralarımı kırbaçlaya kırbaçlaya kanatan insanlardan bıktım usandım…
Derin derin iç geçirip, geçmişi yad etmekten bıktım usandım… (daha&helliip;)
Ve gün gelecek kendine “Malum” soruyu soracaksın.
Boğazında düğümlenecek, cümleciklerin silueti…
Hıçkıra hıçkıra ağlamak isteyeceksin. Öznesiz. Zamansız…
Sonunda ağlayacaksın.
Benden sana miras kalan, bir kaç damla gözyaşı dökeceksin.
Bensiz, tek başına hiçbir anlamı olmayacak sana…
“Keşke” diyen cümlenin ortasında yapayalnız kalacaksın.
Yazmazsam Unuturum / Bilinçaltı sayıklamalarım…
Son Yorumlar